3 Aralık 2010 Cuma

Vücut İkliminin Kimyası

   Aşk yeminleri, bağlılık sözlerinin çok kolay bozulduğu zamanlarda yaşıyoruz. Herkes içinden geldiği ya da şartlarının el verdiği şekilde yaşıyor. O yüzden de pek fazla birilerini suçlayamayız gibi geliyor. Olabilir. Ama önceleri insanlar aşka, sevgiye, bağlılığa bugüne nazaran daha fazla önem veriyormuş sanki. Aşk denilen şey bugün olduğu kadar kolay bir kenara bırakılamıyor, insanlar kavuşamasalar da o insanı hemencecik unutup yenisini bulmuyorlarmış. Sorumluluklarımız mı arttı acaba? Ya da git gide daha tüketici mi olduk da hemen tüketip  yeniyi bulma çabamız var?

   Ağızlarda sürekli bir "aşka inancımı kaybettim", "aşka inanmıyorum" lafla dönüp duruyor. İnsan aşka inancını nasıl yitirebilir ki? Nefes almaya gereksinimi olduğuna inanmamak
gibi bir şey değil mi bu? Aşk büyü bir şeydir. Somut değil ama soyut varlıkların en güçlülerindendir; Tanrı gibidir. Aşk kimine göre bir din bile olabilir hatta. Aksini kim iddia edebilir ki? "Sev" demiş Tanrı. Sev o zaman, kardeşim! Ne var bunda korkacak? Ne güzel işte, sevdikçe güzelleşirsin.

   İnsanlar bana göre; aşka değil birbirine inancını kaybediyor. Güvenemiyoruz; güvenemediğimiz için de sevemiyoruz, bağlanamıyoruz. Kendimizi birine kayıtsız, şartsız teslim edemiyoruz. Aşk da bu hengamede kaynayıp gidiyor.

   "Çıkın sokak sokak, suret suret aşkı arayın!" demiyorum. Zaten öyle aranıp da bulunacak bir şey değil. Ama bırakın içinizi ısıtsın, içinizde hissedin ki bir surette karşınıza çıktığında ruhunuza karışabilsin.

   Aşkı hep içinde taşıyanları seçebilirsiniz her yerde kolayca. O sırada birine aşık olsunlar ya da olmasınlar, hep parlaktır gözleri. Acı çekseler de parlar o göz  bebekleri. Dokunur içinize; bir şeyler kıpırdatır sözleri. Nefret etmezler öyle kolay. Kızsalar da bilirsiniz; anlıktır, geçicidir öfkeleri. Ardından yine kucaklarlar sizi sevgiyle. Derdiniz oldu mu dinlerler şefkatle. Bilirsiniz ki sadıktır sözleri. Aşk da böyledir çünkü. Hissetmeyi bileni de bilmeyeni de hep sevgi, şefkat, sadakatle kucaklar.

   Sevgiliyle karıştırmayın onu. Sevgili başka bir şeydir. O aşkı paylaştığınız/paylaşmaya çalıştığınız kişidir. Her zaman bütün kapılarını bir anda birlikte açamazsınız; sabretmek gerekir, denemek, görmek ve paylaşmak gerekir. Emek gerekir. Karşılıklı çaba ister.

   Birçok duyguyla karıştırılır aşk. Oysa ki o, biri değildir; birçoğunun birleşimidir. Tıpkı kimyasal bir bileşim gibi; belli oranlarda, belli elementlerle. Vücut ikliminin kimyası gibi... Tutku değildir yalnızca. Ya da tek başına sevgi değildir, aşk. Sırf paylaşmak, sadakatle de tanımlanamaz. Ya da sadece huzurla.
     Aşk zaman zaman yerle bir eder odaları, bazen de savaş meydanında huzuru yaşatır. Kimi zaman altüst eder tüm halet-i ruhiyeyi, kimi zaman kucaklar ana şefkati gibi. O içimizdeyken bazen doğduğumuz topraklardan çok uzakta memleket kokusu duyarsınız, güven gibi; yeri gelir ana ocağında öksüz, yetim hissedersiniz yersiz, yurtsuz gibi.

   Darmadağındır aşk, toplayıcıdır, düzenleyicidir, sarsıcıdır. Düzenli bir kaos gibidir. Labirent gibi. Aslında "hayat" gibidir aşk.

26/08/2010

Hiç yorum yok: